25 Kasım 2016 Cuma

Yeni Bir Medeniyet Tezi Olarak - ÜÇÜNCÜ KAPI

Yeni Bir Medeniyet Tezi Olarak 
ÜÇÜNCÜ KAPI


1975 yılının Kasım’ında modernitenin neşet edildiği coğrafyanın bir parçası oldum. Kırk yıla yakın süren bir tecrübeydi. Birazdan bahsini edeceğim kapıların imal edildiği yerlerde bulundum. Kapı bekçileri ve müdavimleriyle sonu gelmez diyaloglar icra ettim. Tartıştım. Kapıların çağrısına kapıldığım oldu. Kendimi sorguladım.  

1999’da basılan bir romanımda ve 2013’te yayımlanan Alsancak Börekçisi adlı kitabımda bu kapıların bahsini ettim. Şimdi burada bir kez daha dile getirmeye çalışacağım.

Modern zamanlarda kapılar aslında üç tanedir. Bizlerin, müslümanların gözüyle bakınca dört adetmiş gibi görünür. Çünkü Batıda -Avrupa’da Üçüncü Kapı olarak takdim edilen şey asılsızdır. Sağlam bir temele oturmayan kurtuluş vaadidir. Sanal bir yapıdır.

Batı uygarlığı maddi bir uygarlıktır. Zamanında insanların dünyevi beklentilerine ve ihtiyaçlarına önemli ölçüde karşılık buldu. Bunu yaparken kendi dışındaki kültürleri yok etti, ülkeleri yağmaladı, insanları maddiyat bağımlısı yaptı ve tek tip kalıptan geçirdi. Çıkardığı savaşlarla 100 milyondan fazla insanı öldürdü. Milyonlarca insan evsiz barksız kalıp göçmek zorunda kaldı. Dünyaya çok büyük acılar yaşattı. Demokrasi ve insan hakları kalesi olma iddialarına rağmen Sömürgeci ve Ötekileştirici yanı hâlâ çok baskındır ve kesintisiz bir süreklilik arz etmektedir. Batının kendine has bir ahlak değeri yoktur. Ödünç aldığı değerleri çürütmüş, asılsızlaştırmış ve bazılarını da mumyalanmış şekilde müzelerde teşhire arz etmiştir.

Son zamanlarda sıkça dile getiriliyor. Aydınlanma - Seküler sistem model olmaktan çıktı ve sistemin her derde devalık iddiası da temelden çöktü. Kullanım süresi kısa ideolojiler kafa ilaçları, antidepresanlar, fabrike haberler medyası, sanal dünyalar ve sosyal medyanın geyik ekranları sayesinde bu durumu gizlemeye çabalıyor; ama başaramıyor. Seküler söylem çıkmaza saplanmış durumda. Demokrasisi diktatör Sisi’ye kırmızı halı seriyor. Aydını ölmelerine aldırmadığı Suriyeli göçmenlerin ahlakdışı karikatürlerini yayımlıyor. 

Bir balon düşünün. Aydınlanma ve sekülerleşme gazıyla dolu bu balon irtifa kaybediyor. Safralar atılıyor. Modası geçen, göz kamaştırmayan, umut verme hassasını yitirmiş, değersizleşmiş ideolojiler ayaklar altında. Jakobenizm, Komünizm, Stanilizm, Leninizm, Maoizm, Materyalizm, Pozitivizm ve diğer izm’lerin kıymeti harbiyesi sıfır.

Aydınlanmış yerlerde Rab ve Allah yakan fırınları gördüm. Bacalarından çıkan dumanları soludum. Bacadan çıkan kurumların rüzgârla uçuşup dört bir yana yayıldığını ve memleketimizde insanların giysilerine, yüzlerine ve dillerine yapıştığını gördüm. Kutsal yakıcılara duyulan hayranlık, bunların kaleme aldığı metinlere atfedilen ehemmiyetle formatlanmıştım. İçine doğuştan sokulduğum Matrix’ten sıyrılınca esas portre gözümün önünde açılıverdi. Modernite etkinliğini yitirince yerine postmodern kuleler dikilmişti, ama bacalar tütmeye devam ediyordu. Çünkü üçüncü bir kapı vardı. Selametin yegâne kapısı. Bu kapı dünyanın efendileri için çok lanet bir şeydi. Habis düzenlerini tehdit eden bir selamet eşiğiydi.

Seküler düzen Ortadoğu’da zuhur eden kurtuluşu, selameti Avrupa’da fırınlarda yakmayı denemiş ve ciddi ölçüde başarı kazanmıştı. Eksikli bir zaferdi. İnsanların maddi taraflarını tatmin eden düzen kiliselerin içlerini boşaltmıştı belki, ama Rab kalplerde yaşıyordu. İnsanlar sanal kapı dümenini çözmüşlerdi. Eskisi kadar itibar etmiyorlardı. Asıl Üçüncü Kapı bu nedenle onlar için yana yakıla aradıkları vahadır. Vahanın ne olduğunu dile getirmeden önce modernitenin biri sanrı ürünü olan üç kapısına bir göz atalım.


BİRİNCİ KAPI
Samsa Kapısı
Gregor Samsa malum Kafka’nın ünlü öyküsünün kahramanı. Kendisi bir memurdur. Bir gün ansızın böceğe dönüşür. Böcek olarak kalır ve öyle ölür. Samsa Kapısı’ndan geçiş böcekliğin, modern köleliğin karşılığında Batı’da refah toplumunun ikincil, üçüncül nimetlerini sunar. İpotekli evin, araban, işsizlik sigortan, sağlık sigortan, kaza sigortan ve cenaze masrafları sigortan olur. Açık hava hapishanesinde, kurallar manzumesi içinde yaşarsın. Emekli olunca eğer üst düzey işlerde çalışmamışsan, hele kendine bir ev edinmeyi başaramamışsan boğaz tokluğuna yaşar ve lambayı söndürüp gidersin.

Bunun Türkiye’de bire bir karşılığı var. Ayrı bir konu şeklinde incelenmeye değer. Modernite bütün dünyada olduğu gibi bizde de benzer böcekleşmeyi ve Samsa Kapısı’nı oluşturdu. Natürel oryantalist olan mukallit Batıcıların kahir ekseriyeti bu kapının müdavimidir. Cumhuriyetin ilk evresinde memurdan türetilen elit ve burjuva projesi bu kategoriden insan yetiştirmek için tasarlanmıştı. Oligarşik bürokrasi de böcekleşmeyi yaşam tarzı olarak sunan bir kuluçkaydı. Bazı Altın Böcek statüleri falan yok değildir, ama yanıltıcıdır. Bu Batı mukalliti çakma elitlerin pek az bir kısmı Faust Kapısı’ndan içeriye buyur edilmiştir. Geri kalanlardan kendine ilericilik izafe edenlerin Sözümona Üçüncü Kapı’ya rağbetleri daha çok bu hayal kırıklığından kaynaklanmaktadır.

Yeni zamanlarda Avrupa ahalisini de esir almış olan aç gözlü küresel finans ağaları Samsa Kapısından geçenleri giderek daha büyük ölçüde elimine etmeye başladı. Buna kendi aralarında dünyanın böceksizleştirilmesi diyorlar. Savaşların, kukla teröristlerin kıyımının, kıtlıkların yanı sıra, GDO’lu gıdalar, rafine şeker, hormonlu besinler, emulgatörler, trans yağlar, kirli su ve havayı haşere ilacı gibi kullanıyorlar. 


İKİNCİ KAPI
Faust Kapısı
Faust Kapısı’ndan geçiş farklıdır. Şeytanla yaptığın kontrattaki karşılığı kadar olmak üzere sana dünya nimetlerini daha bol miktarda verir. Prestijin yüksek olur. Şartların gereği bu kesim sayıca diğerinden çok daha azdır. Bunların içinden seçilmiş bir grup daha da üst mertebe olan ve aralarında Yüce Işıltı Odası adını verdikleri ihtişam beldelerinde ağırlanır. Samsa Yolu’ndan Faust Yolu’na sapmalar çok ender ve tuhaf raslantılar sonucudur, ama tersi daima mümkündür. Bulunduğu yeri ve dereceyi sindiremeyenler alt katlara sürgüne gönderilirler.

Faust kapısından girip maddi ihtişamın göbeğine dalmak için artık bizzat Şeytanla görüşüp kontrat imzalamak gerekmiyor. Kontratlar Lucifer’in dünyadaki sağ kolu olan, küresel refahın büyük kısmını mülküne geçirmiş az sayıdaki seçilmişin ittifakla uygun bulduğu o kimse, Tepefaizgöz takma adlı malum zat adına düzenleniyor.




SÖZÜMONA ÜÇÜNCÜ KAPI
Chomsky Kapısı
Modernitenin bu kapısının sabit bir ismi yok. İlk iki kapının adında ittifakla mutabakat olmasına rağmen bu kapı için belli bir isim üzerinde uzlaşılamıyor ve her kafadan bir ses çıkıyor. Buradan bile asılsızlığı belli oluyor aslında. Kapının aynı anda yirmi değişik isimle anıldığı oluyor. Bunlar ilk zamanlarda toplumlara kurtuluşu vaat eden yolları-yöntemleri-sistemleri işaret eden filozof ya da liderlerin adlarıydı. Sovyetler’de ‘Yoldaş Kapısı’ deniyordu bir aralar. Komunist düzende ‘Böcekleşmeden’ söz etmek yasaktı. Sibirya’nın soğuğu isyankâr ruhlu haşereleri dize getiriyordu. Yoldaş Kapısı’nın ılgasından sonra soldan müstafi ateistler bu muhayyel kapıya String, Akıllı Tasarım, Bencil Gen Eşiği, Aziz Raslantı gibi adlar verdiler. 

Balondan safralar atıldıkça bu kapı iyice itibar yitirdi. Son zamanlarda dünyaca popüler  entelektüellerin adları daha sıkça kullanılıyor. Ben de bu kapıya bir dakikalığına Chomsky adını verdim. Bir orijinalitesi yok. Benden önce sayısız kereler ve daha uzun sürelerle kullanılmıştı. Kullanılmaya da devam edecek gibi. Benim bu ismi şu an için yeğleme nedenim, Chomsky’nin ‘Kürtler birlik olmalı, dağlarından başka kimseye güvenmemeli, eline geçen fırsatları değerlendirmeli.’ sözleridir. Başkaları da var. Çok var, ama bu laf tek başına yeterli.

Sözümona Üçüncü Kapı şaibeli bir yapı. Son üç yüz senede nice boş umutlar yarattı. Samsa Kapısı’ndan geçmek istemeyenler için sahte bir liman oldu. Körleştiren, hedef saptıran, oyalayan bir yığın tezler ve teoriler üretti. Hepsi fos çıktı. Bir çeşit yem borusu. Uyuşturucu yanı da var. Mücadele azmini söndürüyor. Teskin ediciliği pek kısa sürüyor. En yeni malzemeleri üretenler dünyaca popüler filozoflar, bilim insanları. Durmadan yılmadan yeni faraziyeler türetmeye devam ediyorlar.

Bunların en popülerlerinden biri din ile solun füzyonuydu. Kilise maneviyatta, insana dairlikte bütünü kucaklayamıyordu. Aydınlanma maddi sorunları bile çözmede tekliyordu. Birleşirlerse ideal çözüm bulunmuş olurdu. Oyalama, teskin etme, karşılıksız umut yeşertmeden başka bir şey değil. Abesle iştigal. Bir ara sözü ediliyordu. Bugünlerde böyle bir sentezden medet umuyorlar. Yakında ambalajlayıp reklamına başlayabilirler.

Aydınlanmacı seküler ruh zamanında kilise arazilerine elkoymuştu. O zaman ve şimdilerde Avrupa’nın doğusunu ve güneyini (Afrika) sömürüyor. Bu sömürü onun hayat iksiriydi. Ölümsüzlük beratıydı. Sömürü için ötekileştirme şarttı. Ötekileştirmeden burada aşırılaşmış, çok canlar yakmış kötücül bir eylemi, yani ırkçılığı kastediyorum. Bu düzen yüzlerce yıl sürdü. Şimdilerde ömrünün sınırlı olduğu çıktı ortaya. Teklemeye başladı. Seküler balonun sıcak havası kesilince yere vurdu.

Türkiyeli göçmenler Avrupa’da bu fırınlara karşı direndiler. Zaiyat verildi, ama ana gövde teslim olmadı. Bir ara yerde gökte yankılanan ‘entegrasyon’ çığlıkları bu direnç yüzündendi. Aynı anda Türkiye’de bu sekülerin arızalı bir türevinin vesayet şeklinde cisimlendiğini ve kutsalı korumak isteyenlerin ensesinde boza pişirmeye devam ettiğini görüyordum. Bu paralax view, iki farklı bakış noktam beni ayıktırdı.

Bizdeki Batıcı vesayet kumkumalarının üç temel tezi vardı:
1 – Tanrı inancı artık gereksizdir. Bilim onun yerini alacak.
2 – Her türlü gelişimin, devrimin, kurtuluşun anahtarı vesayetçilerin elindedir.  
3 – Kutsalı savunanlar silme eblehtir. Onlardan ne han olur ne de hamam.

Memleketimizde solcular bu üçüncü tezi ‘Solcular ilericidir, devrimcidir; sağcılar külliyen gericidir ve her türlü kalkınmaya karşıdır.’şeklinde terennüm ediyordu. Bu tezler son yıllarda hızla hurafeleşti. Şehir efsanesi oldu. Depresyona giren solcularımızın ciddi bir kısmı küresel sermayenin ve sekülerin puslu yamaçlarına sığındı. Dine ve milli duruşa karşı verdikleri mücadelede sürekli olarak hezimete uğradılar. İçlerinde basiretli olanlar mensubu olduğu nezih! azınlık cephesini terk edip halkın tarafına geçti.

2015’te yayımladığım Kayıp Kedi adlı romanımda önde gelen kahramanlardan biri olan eski solcu Cüneyt şöyle diyordu:
 “Bir araya geleceğiz.” dedi. “Ortaya yığışacağız. Dindarı, dinsizi, ayyaşı, liberali, solcusu, deisti, mütedeyyini ve EYAM’ın, En Yeni Asgari Müşterek’in bütün aykırılıkların, benzeşmeyen, örtüşmeyen alanların üstünde olduğunu göreceğiz. Nedir bu?”
  Deniz’in güzel ve elemli gözleri merak doluydu. “Nedir?”
  “Anadolu, bütün dinlerin beşiği olan bu toprak bütün dünyaya yeni bir ahlak dikte edecek. Artık din, dil, ırk, mezhep farkı çatışma nedeni olmayacak. Vahşi kapitalizmin etki alanından çıkılacak. Faiz sıfırlanmadan emek değerlenmez. Fakirliği yüceltme yerine kanaat ve bereket diyen, huzur tanımında inancın damgası bulunan bir sol bekliyorum. Seküler bir dünya cehennemindeyiz şu anda. Bundan çıkılacak. Maddiyat ve maneviyat ikili sarmal gibi olacak yeniden. Maddi dünyayı kullanımda bir sınır bulunacak. Ahlaki bir sınır. Çok ideal bir söylem, biliyorum. Saf bir yanı da var belki. Özellikle bu konjonktürde. Süleyman Tapınağını üçüncü kez inşa ederek Armageddon’u başlatma, tanrıyı kıyamete zorlayarak The Mehdi’ye davet çıkarma fikrinden çok daha olgun, gerçekçi ve insansever bir fikir ama.”
                                                                              Kayıp Kedi – 2015 – Kırmızı Kedi Yayınları

Seküler burjuvazi Afrika’da ve Orta Doğu’da savaşları kasıtlı olarak sürdürüyor. Kendi seçtirdiği, silahlandırdığı diktatörleri kolluyor. Avrupa’da güvenlik önlemleri nedeniyle demokrasinin güç kaybetmesine aldırmıyor. Savaşlardan türeyen milyonlarca mültecinin kaderi ise onu hiç ilgilendirmiyor. Gaspla edindiği finans gücünü sürdürmekten başka bir şey düşünmüyor. Şu anda ateşin direkt olarak dokunmadığı yerlerde oturanlar yakın gelecekte ortaya çıkacak olan büyük felaketi görüyor. Sol formatlı ünlü liberal düşünürler bu felaketin esas müsebbibini asla merkez mesele olarak ele almıyor. Bahislerini ederlerse bu, sade suya tirit kabilinden ve anlamları bulanık cümlelerle oluyor. O yüzden asılsız üçüncü kapıya adlarının verilmesi fevkalade hakkaniyetli oluyor.

Dünya ahalisinin hangi dinden ya da görüşten olursa olsun daha yaşanır bir dünya telakkisi temelinde, asgari müşterekte bir araya gelinmesi gerektiğini hiç bu kadar derinden hissetmedikleri bir devirdeyiz. Bu bir ihtiyaç. Asıl Üçüncü Kapı bu ihtiyaca cevap verecek yegâne yapıdır. Ayrıca bu kapı hiçbir kültüre de yabancı değildir. Çünkü İslam bilimi modernitenin en ciddi bileşenlerinden biridir. Hakkı yenmiştir.

2005 yılında ‘Beşinci Sütun’ adlı bir deneme yayımlamıştım. Dört sütun üzerine oturduğu addedilen Avrupa – Batı kültüründeki eksik sütuna değiniyordum. Roma, Yunan, Hırıstiyan, Musevi sütunlarına İslam kültürü sütununu ekliyordum. Avrupa uygarlığında İslam bilim ve kültürünün, romandan şiire, haritadan usturlaba, mimariden tıbba, kimyadan fiziğe katkısı olmadığı hiçbir alan yoktur. Başta büyük âlim Fuat Sezgin olmak üzere bu alanda verilen eserlerle Beşinci Sütun’un varlığını inkâr yolu sonsuza dek kapanmıştır.

Yeni zamanlarda Batı’da ve geri kalan dünyada ‘BBHH, Bencil Birey- Hızlı Haz’ hattı çok revaçta. Bu düşüşe hangi yapı dur diyecek? Sözümona Üçüncü Kapı düşünürleri çözüm değil oyalama reçeteleri sunuyor. Batı yapımı bir kıyamet beklenirken bunlar vahim durumu maskeleme işlevi görüyor.

Kilisede var kalan kutsal yoğunluk, seküler kültürdeki birikim hayatın anlamının bütünüyle insanın ufkunda belirmesini sağlayamıyor. Çünkü kutsal yakan fırınlar inanç ve değerleri küle çevirdi. Külden yeniden doğulamıyor. Bunun için bir tılsım lazım. Ünlü felsefe taşından daha felsefik bir taş. Ancak Asıl Üçüncü Kapı bunu sağlayabilir.

Bu vahanın model olması ihtimali Seküler Burjuvazi için çok tehlikeliydi. Bu nedenle gnostik zarla ambalajlanmış şekilde topyekün geliyorlar. Amaçları bütün dünyayı selamete kavuşturabilecek Hayırlı Kapı’yı yıkmak. Yıkamazlarsa gözden düşürmek, karalamak ve inandırıcılığını zedelemek istiyorlar.




ÜÇÜNCÜ KAPI
Dindar Kulların Selamet Kapısı - HAKİKAT

Üçüncü Kapı bize peygamber efendimizin araladığı ve emanet ettiği kapıdır. İrfan ve hikmete verdiği ehemmiyetle Matüridîlik Batı akılcılığını sollamıştır. Modernite üstü bir mertebedir. Şimdi yapılması gereken bu cevheri yeni bir medeniyet telakkisi şeklinde modellemektir. Modelleme yapılamazsa bu hareketin karakteri yerli yerine oturmaz. Zamanla dağılmak, zayıflamak mukadder olur.

Ya yaradana kul olunacak ya da modern böcek köle olunmaya devam edilecek. Kul hakkı ziyası ile Lucifer’in hayırsız ışığı arasında seçim yapılacak. Tabiata ve maddi yapıya yeni bir gözle bakılacak.  Küresel Merhamet - Vicdan, Hoşgörü ve Hakikat temelli, muhtevasında ekonomiyi yeniden değerlendiren bir modele bütün dünya aç. Hasretle bekliyorlar.

Kapının düşmanı malum cephe var gücüyle bunu engellemeye çalışıyor. İçerideki işbirlikçiler ve kıt bilgili enteller buna destek veriyor. Bu eşsiz modelin dünyaya sunumu İstanbul’dan yapılacak. Dan Brown’ın Inferno’sunda cehenneme açılan kapının İstanbul’da olduğunun yazılması boşuna değil. Kimin adına kaleme alındığı belli. Deli gibi çırpınıyorlar. Panik içindeler.

Yeni model din, dil, ırk, inanç ayırmadan, ortak bir selamet kuramının temel bileşeni, belki de çekirdeği olacak. Seküler burjuvazi bunu biliyor. İçimizdeki yerleştirilmişlerle, devşirilmiş, gözleri kamaştırılmış adamlarıyla bunu engellemeye çabalıyorlar.

Bu hayırlı kapıdan feyz almış bir modelin ilânı er ya da geç Sıfırıncı Meridyen’den, İstanbul’dan yapılacak. Benim inancım ve temennim budur.

                                                                                                                       Balçova- Ocak 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder